1972 AND DAĞLARI UÇAK KAZASI

1972 yılında And Dağları’nda yaşanan bir uçak kazası, insanlık tarihinin unutamayacağı bir trajediye kapı aralayacaktı…

Takvim yaprakları 12 Ekim 1972 tarihini gösterirken, Uruguay’ın Montevideo şehrindeki Stella Maris Koleji’nin Old Christians isimli Rugby takımı, Şili’nin Santiago şehrinde yapacakları karşılaşma için yola çıkmışlardı.

1970’lerin başında, Soğuk Savaş’ın tam da ortasında kimsenin umurunda olmayan bir ragbi maçı için, kimsenin umrunda olmayan iki Latin Amerika şehri arasında gerçekleştirilecek bir uçak yolculuğu, insanlık tarihinin en dramatik ve en korkunç hikayelerinden birine kapı aralayacaktı. Her şey sona erdiğinde Katolik dünyasının lideri Papa, etkisi altındaki insanlara seslenmek zorunda kalacak ve sağduyu çağrısı yapacaktı. Bu basit uçak yolculuğu, ardında unutulmaz bir hikaye ve hayata dair çıkarılması gereken dersler bırakacaktı…

Uruguaylı Old Christians ragbi takımı, Şili’nin Santiago kentinde yapacağı maça uçakla gidecekti. Uruguay Hava Kuvvetleri, genç sporcuların bu yolculuğu için elini taşın altına koymuş ve onlara bir uçak tahsis etmişti. Yolculuk Fairchild FH-227 tipi bir uçakla gerçekleştirilecekti. Hollandı Fokker ‘ın lisansı altında Amerika Bileşik Devletleri Merkezli Fairchild tarafından geliştirilen model, Türk sivil havacılık tarihine de iz bırakmış olan Fokker F-27’nin bir benzeriydi. İki Turboprop motora sahipti, kabini basınçlandılıyordu ve zor koşullarda operasyon yapabiliyordu. Geliştirildiği ve kullanıldığı yıllar göz önünde bulundurulduğunda iyi bir uçak sayılırdı. Yine de alt yapı yetersizlikleri, pilotaj hataları ve akla hayale gelmeyecek birçok nedenden ölümcül kazalara karışmıştı. Olayları F-27 başlığı altında değerlendirecek olursak Türkiye’de de bu uçak modelinin karıştığı kazalar vardı.

12 Ekim 1972 tarihinde, Uruguay Hava Kuvvetleri’nin sporcular için tahsis ettiği uçak Carrasco Havalimanı’ndan kalkışını gerçekleştirmişti. Şili’nin Santiago şehrine giden rota And Dağları üzerinden geçiyordu. Aylardan Ekim’di ve And dağlarının fırtınalı havası o gün uçuş için elverişli değildi. Uçak, geceyi geçirmek için Arjantin’in Mendoza şehrine indi. Bir gün sonra, 13 Ekim 1972 günü Santiago için tekrar havalanan uçak, bu kez And Dağları üzerinden geçen rotasına oturmuş, dağ geçitleri arasından süzülerek Santiago’ya doğru gidiyordu. Yine de her şey olması gerektiği gibi değildi. Uçak kalın bir bulut tabakası üzerindeydi ve pilotların aşağıda ne olduğuna dair görsel referansları yoktu. Ufak bir hesap hatası ölümcül olabilirdi. Öyle de oldu…

Santiago için alçalma başlatmaya hazırlanan pilotlar, hava trafik kontrolörlerine Curico kenti üzerinde olduklarını rapor eder. Ancak o sırada henüz And Dağları’nın sarp tepeleri üzerinde uçuşlarına devam etmektedirler. Pilotlar, bulutların altında bir şehir olduğunu düşünürken aslında yüksek tepelerin olduğunu fark ettiklerinde artık her şey için çok geç olacaktır. Şehir üzerinde olduklarını rapor ederek alçalma izni alan pilotlar, bulut altına indiklerinde And dağlarının isimsiz bir tepesi ile karşılaşır. İnsanlık tarihine damga vuracak bir uçak kazası yaşanmıştır.

Uçakta bulunan 45 kişinin, pilotlar da dahil olmak üzere 12’si kaza anında hayatını kaybetmiştir. 5 kişi ancak ertesi sabaha kadar dayanabilmiş ve 1 kişi de kazadan 8 gün sonra ağır yaralarına yenik düşmüştür. Geriye kalan 27 kişi için ise son derece dramatik ve korkunç bir hayatta kalma mücadelesi başlamıştır.

Ekim ayının ortasında, And Dağlarının 3200 rakımlı bir tepesinde taş ve kardan başka hiçbir şey yoktur. Etraflarında bir uçak enkazı ve onlarca ceset olan 27 kişi çaresizce yardım beklemeye başlar. Bu sırada uçakta var olan sandviçler ve bazı yolcuların valizlerinde taşıdıkları gıda maddeleri ile hayatta kalırlar. Uçağın yalıtım malzemeleri ise soğuktan korunmak için kullanılır. Uçakta bulunan bir radyo ile frekans bulmayı başarırlar ve kendileriyle ilgili haberleri takip etmeye başlarlar. Şili, Arjantin, Uruguay… Üç ülke arama çalışması başlatmıştır. Ancak karla kaplı dağlarda, beyaz bir uçak enkazını bulmak hiç de kolay olmayacaktır. 8. günün sonunda arama çalışmaları sona erer. Hayatta kalanlar, arama çalışmalarının sona erdiğini radyodan naklen dinlemiştir.

Hayatta kurtulanlardan biri, Gustavo Nicolich bunu “iyi haber” olarak yorumlamıştı. Herkes ona bunun nesi iyi haber der gibi, umutsuz ve ölümü bekleyen gözlerle bakarken o şöyle devam etti; “buradan kurtulmak bize kaldı.”

Zorlu yaşam koşulları altında hayatta kalmak her geçen gün daha imkansız hale geliyordu. Kazadan 16 gün sonra, 29 Ekim gecesi düşen çığ, hayatta kalan 8 kişinin ölmesine sebep olmuştu. Geriye kalanlar, artık kurtuluşun sadece kendi çabaları ile mümkün olduğunu biliyordu. Uçağın kokpit kısmında duran telsizi kullanmaya çalıştılar. Ancak güç kaynakları yetersiz olduğu için bunu başaramadılar. Tek çarelerinin, kaza alanından ayrılıp yardım bulmak olduğunu kabullenmeye başladılar. Ancak bunun bembeyaz tepeler ardından bilinmeze uzanan bir yolculuk olacağı aşikardı. Nerede oldukları ve en yakın yerleşim birimine ne kadar uzakta oldukları, doğru yönün neresi olduğu konusunda hiçbir fikirleri yoktu. En büyük sorun ise, artık yiyecek hiçbir şey kalmamıştı.

Önce uçaktaki gıda maddeleri tükendi. Sonra bavulların derisini yemeye çalıştı hayatta kalanlar. Ancak derinin içerdiği kimyasallar yüzünden yenilmesi imkansızdı. Saman çıkacağı ümidiyle koltukları parçaladılar ancak süngerden başka bir şey yoktu. Karla kaplı o tepede ne bir hayvan, ne bir bitki, açlıktan ölmek üzere olan insanların yiyebileceği hiçbir şey yoktu. Hayatını kaybedenlerin bedenleri dışında…

Hayatta kalanlar, birçoğu arkadaşı hatta aile üyeleri olan hayatını kaybedenlerin cesetlerini yemek zorunda kalmıştı. İlk etapta bu fikre kimse sıcak bakmasa da, hayatta kalmak için bunu yapmak zorunda olduklarına ikna olmuşlardı. Bu hem çok dramatik hem de korkunç bir hayatta kalma hikayesiydi…

Kazanın üzerinden 2 ay geçtikten sonra hayatta kalanlar arasından üç kişi, Nando Parrado, Roberto Canessa ve Antonio Vizintin yardım bulmak için yola çıktılar. Önlerinde aşmaları gereken bir tepe vardı. Üç günlük tırmanış ardından Parrado ve Canessa, Vizintin’e kaza mahaline geri dönmesini söyledi. Üç günde tırmandıkları yerden inmek sadece üç saat sürmüştü. Bu sonuca ulaşması imkansız, beyhude gibi görünen bir kurtulma girişmiydi.

Tam dokuz gün boyunca zor şartlar altında yol alan Parrado ve Canessa, 9. gece dinlenmek için bir nehir kenarında durdular. Ay ışığında beliren bir silüet Canessa’yı çok heyecanlandırmıştı. Önce hayal gördüklerini sandılar ama gerçekten at üzerinde birileri vardı. Nehrin öteki tarafına seslerini duyuramadılar. Atlılar, yarın diye bağırarak oradan ayrıldı. Artık, insanlık tarihine damga vuracak bu derin hikayenin mutlu sonla bitmesi o atlıların sözünü tutmasına bağlıydı. Gün ağarınca atlılar geri döndüler. Durum ortaya çıkınca kurtarma çalışmaları başladı. Bundan sonrası tüm dünyanın ilgiyle takip edeceği bir süreç haline gelecek, küçük bir Latin Amerika kasabası gazeteci akınına uğrayacaktı.

Kazadan 70 gün sonra, 22 Aralık 1972 tarihinde kurtarma helikopteri sonunda kaza alanındaydı. İlk helikoptere kurtulanların bir kısmı alınabilmişti. Havanın kararması ve zorlu iklim koşulları yüzünden kurtulanların bir kısmı, bir sonraki gün gönderilecek helikopterle kurtarılacaktı. 23 Aralık 1972 tarihi itibariyle, hayatta kalan 16 kişinin tamamı kurtarıldı.

Hayatta kalanlar arasında, ilk gün gelen helikoptere binemeyenlerin enkaz alanında geçirdikleri son geceyi hayal edebiliyor musunuz? 70 gün boyunca zor koşullarda, hayatta kalmak için ceset yemek zorunda kalarak bekliyorsun. Belki de tüm ümidini kaybettiğin bir anda, hayat sana ikinci bir şans veriyor. İnsanlar neler yaşamış, biz dünya kendi etrafımızda dönüyor zannederken, en çok biz yaşadık zannederken insanlar neler yaşamış, neler hissetmiş…

Kurtarma operasyonu sonrasında enkaz alanı tüm dünyadan gazetelerin akınına uğradı. Ne yazık ki görüntülenenler arasında, gıda maddesi olarak kullanılmak üzere parçalanan cesetlerde vardı. Bu görüntülerden bazıları gazetelere yansıdı ve tüm dünya olayın şokuyla çalkalandı.

Kazada hayatta kalanların katolik olması, olayı magazinel bir malzeme haline getirmiş ve katolik dünyasında bunun uygun olup olmadığı tartışılmaya başlanmıştır. Dönemin katolik lideri Papa 6. Paulus, konuyla ilgili bir açıklama yapmak durumunda kalmış ve zorunda kalındığında, hayatta kalmak için böyle bir şey yapılabileceğini söylemiştir.

Hayata dair çok fazla anlam çıkarılabilecek bir olay. Çaresizlik, mecburiyet, mücadele, insanın yapabileceklerinin sınırları… Bunlar da anahtar kelimeler artık gerisini size bırakıyorum.

Yayımlayan