TÜRK YAPIMI HAVACILIK FİLMLERİ

Türkiye’de havacılığın Hava Kuvvetleri’nden ibaret olduğu, uçmanın çılgınlık, pilotluğun ise uçurumun kenarında yaşamak olduğu yıllardı. Takvim yaprakları 14 Ekim 1963’ü gösterirken Türk izleyicisi beyaz perdede çağının ötesinde bir yapımı, çok farklı bir temayı izleyecekti.

İçinde havacılık, uçak geçen pek çok film izledik bugüne kadar. Aralarında herkesin diline dolanan, havacılık filmi denildiğinde aklına gelen yapımlarda vardı ama aslında hepsinden önce biz yapmıştık bunu.

Evet, 1963 yılında, yani Amerikanların Top Gun’ından23 sene önce savaş jetleriyle film çekilmişti Türkiyede. Üstelik öyle jetlerin, gökyüzünün güçlü görselleri arkasına saklanıp geri kalan her şeyin boşverildiği bir film de değildi bu. Başarılı oyunculuklar, toplumsal mesajlar, iyi bir senaryo ve aşk vardı bu filmin içinde.

Tabii bu söylediklerimin hepsini 1960’ların standartlarına göre değerlendirirseniz daha iyi olur. Elbette bu filmde de birçok Yeşilçam klişesi mevcut ama genel hatları ile güzel bir film.

Şafak Bekçileri

Bu filmle ilgili konuşmaya nereden başlamayalıyım bilmiyorum ama aslında biliyorum. İyisini kötüsünü bir tarafa koyalım, bu film havacılık tarihimiz açısından eşsiz bir görsel arşiv. İzlerken mest oluyorum. 1960’lı yıllarda, Eskişehir’deki hava üssünden eşsiz kareler var filmde. F-86’lar, F-84’ler, C-47’ler yani tüylerim diken diken oluyor izlerken.

1960’lı yıllara ait ne kadar görsel var ki elimizde havacılık tarihinden. Bu film sayesinde, profesyonel bir yönetmenin bakış açısından, o dönemin en iyi ekipmanları ile çekilmiş harika görüntüler var bu film sayesinde elimizde.

Filmin tohumları, başrol oyuncusu Göksel Arsoy’un havacılık tutkusu ile atılıyor. Göksel Arsoy’un babasının Kayseri’deki 12. Hava Ulaştırma Ana Üs Komutanlığında sivil mühendis olarak görev yapması, çocukluk yıllarında havacılıkla tanışmasına vesile oluyor. Oyunculuk kariyerinde basamakları bir bir tırmandığı yıllarda havacılık tutkusunu beyaz perdeye taşıma fikri geliyor aklına. Emekli bir general olan kayınpederi, dönemin hava kuvvetleri komutanı İrfan Tansel’in yakın dostu da olunca, tüm taşlar yerine oturmuş oluyor.

Film projesini Hava Kuvvetleri komutanına sunup onay alan Arsoy, projeyi Gençlik Rüyaları isimli filmde beraber çalıştıkları yönetmen Halit Refiğ’e götürüyor. Hava kuvvetleri komutanından gelen talimatla, Eskişehir 1. Ana Jet Üs komutanlığının tüm kapıları Şafak Bekçileri filmi için sonuna kadar açılıyor.

Filmde Eskişehir 1. Ana Jet üssünde görev yapan bir Üsteğmen’in, toprak ağasının kızına aşık olması ve işi ile aşkı arasında seçim yapmak zorunda kalmasının hikayesi anlatılıyor. Ama elbette bu aşk hikayesi dışında havacıların yaşamı ve felsefesi ile ilgili detaylar, toplumsal hatta politik mesajlar da var.

Anadolu Kartalları

1911’de kurulan Türk Hava Kuvvetleri, 100. yılı vesilesiyle bir takım etkinliklere imza atmıştı. İzmir’de yabancı ülkelerin de davet edildiği büyük bir kutlamanın yanı sıra, Solotürk’te 100. yılın bize bir hediyesiydi. Türk Hava Kuvvetleri, 100. yıl şerefine bir de filme destek verdi. Bu kez sadece Eskişehir’in değil, Türkiye’deki tüm üslerin kapısı sonuna kadar filmcilere açılmıştı. Anadolu Kartalları’nın beyaz perdeye uzanan hikayesi de kısaca böyleydi.

Bu film kimileri tarafından hiç beğenilmedi, bir hayal kırıklığıydı, kimileri çok beğendi, göklere çıkardı. Sonuç olarak, Türkiye’de bir havacılık filmi daha çekilmişti.

Detaylara inildiği zaman filmde çok dramatik hatalar var. Pilotların hastanede G-Suit ve kaskla gezmeleri, komutanın her uçak tipini uçuyor olması, motoru bozulan F-16’nın pisti pas geçip tekrar yükselmesi gibi ama bence filmle ilgili asıl sorun bu değil. Genel olarak ne anlattığı belli olmayan, savaş jetlerinin gökyüzünde verdiği güzel pozların arkasına sığınarak geri kalan her şeyin boş verildiği bir film olmuş.

Filme adını veren Anadolu Kartalları tatbikatı filmin ikinci yarısında başlıyor, ilk yarıda pilot adaylarının geçtiği zorlu testler ve eğitim var. Bu süreçte elenen bir pilot adayının üzüntüsünden, hava kuvvetleri için canla başla çalışan astsubay vurgusuna kadar güzel detaylar var. Ama ikinci yarıdan itibaren bir kaşıntı başlıyor. İzleyene hiçbir şey hissettirmeyen ve kötü oyunculukla iyice çekilmez hale gelen bir aşk hikayesi görüyoruz. Yersiz bir dram hakim oluyor bir noktadan sonra filme. Başrol Ahmet Onur’un tribe girmesine müteakip ölümle burun buruna gelmesiyle hikaye sona eriyor. Sonlara doğru gördüğümüz bu kaza sahnesiyle bile çok eleştiriyi hak ediyor aslında bu film. Verilmeye çalışılan o gerilim ve heyecan o kadar yapmacık o kadar suni olmuş ki, bu imkanlarla daha kötüsü yapılamazmış heralde.

Yayımlayan